Hind alt kıtası, İslâmî ilimlere olan katkısı ve buradaki müslümanların gayri İslâmî unsurlarla birlikte geçirdikleri on dört asırlık tecrübe sebebiyle İslâm dünyasının kendisinden çok şeyler öğrenebileceği önemli bir bölgedir. Burada oluşan köklü ilim geleneği sayesinde pek çok İslâm âlimi yetişmiş ve bunlar ilimleriyle hem kendi insanlarını hem de diğer bölgelerdeki müslümanları aydınlatmışlardır.
Dünyamızda bazı bölgeler vardır ki buraları içlerinde diğer yerlere kıyasla kat kat daha fazla insan gücü, maden ve tarımsal ürün bulundurdukları halde bu değerlere daha az sahip olan diğer bölgelerden sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan daha geridirler.
Kur’an-ı Kerim, tarihin belli bir döneminde adına Hicaz -veya daha geniş isimlendirmeyle Arabistan- denilen coğrafi bir bölgede yaşayan Araplara, onların kendi dilleriyle nazil olmuş ise de muhtevası itibariyle bütün insanlığı muhatap almış ve tüm bir insanlığa hitap etmiştir.
Hindistan Yarımadası, miladi 1001 yılından başlayarak bölgede haki.miyet kuran Gazneliler devletiyle birlikte Orta Asya ve Türk dünyası ile irtibat içerisinde olmuş ve bu durum günümüze değin devam enniştir. Önceleri sadece Orta Asya Türkleri ile bağlantı halinde olan Hintli Müslümanlar, Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra Selçuklular ve ardından da Osmanlılarla dini, ilmi ve siyasi cliyaloga geçmişlerdir. Hindistan-Orta Asya ve Anadolu arasında irfaru ve tasavvufi irtibatlar ise hepsinden daha fazla ve güçlü olmuştur. Osmanlı Devleti’nin farklı dönemlerinde bu irtibat zaman zaman güçleniniş bazen de zayıflamıştır.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren ilk üç asır boyunca yürütülen tercüme faaliyetleri içerisinde Kur’an tefsirleri de önemli bir yer tutar.
Hint alt kıtasında başlangıcından itibaren tabii ve ağır bir seyir izleyen Kur’an ve tefsir çalışmaları hıristiyan misyonerlerin XVI. yüzyıldan sonraki dini ve ilmi faaliyetleri neticesinde farklı bir çehre kazanmıştır.
İslâm eğitim sisteminin en köklü kurumu şüphesiz medreseler olmuştur. Kuruluş maksatları ve yapılanmaları itibariyle günümüz eğitim sistemi içerisinde yer alan pek çok eğitim kurumunu içinde barındırdığı görülen medreselerin günümüzde biraz daraltılmış bir anlam ile anılıyor olmaları bir talihsizliktir. Buna son yüz yıl içinde Batı’nın Müslümanlara biçtiği rolü ve İslâm eğitim kurumlarına bu çerçevede yaklaşılmasını da eklediğimizde ortada mutlaka çözülmesi gereken bir problem, neşter vurulması gereken kangrenleşmiş bir yara olduğu gibi bir izlenim edinilmekte veya verilmektedir. Konu bütünüyle, Batılı çevrelerin yaklaştığı veya yaklaşmak istediği gibi olmamakla birlikte tamamen problemsiz de değildir.
Mevdûdî, yazdığı eserleri ve yürüttüğü faaliyetleri ile kendi sınırlarını aşan ilim ve fikir adamlarından biridir. O, klasik İslâmî ilimleri asrın icaplarına göre yeniden ele alıp gelenekten kopmadan birlikte harmanlamış, elde ettiği sonuçları modern bir üslup ile sunmuştur. Onun Kur’ân yorumunun aynası olan Tefhîmü’l-Kur’ân’da ortaya koyduğu performansın dayanaklarının iyi irdelenmesi toplumsal tefsir yazımı projelerine yol gösterici bir mahiyet arz edecektir. Bu gayeye hizmet etmesi mülahazasıyla makalemiz Mevdûdî’nin Kur’ân yorumundaki temel dinamiklerinin ortaya çıkarılmasına hasredilmiştir. Mevdûdî ile ilgili yaptığımız muhtelif türden çalışmaların bir muhassalası olan makale ona yönelik bütüncül bir yaklaşım sergilemektedir. Bu türden makalelerin tefsir sahibi muhtelif yazarlar ile ilgili de hazırlanmasının yararlı olacağını düşündüğümüzden makalemiz bir bakıma bu nevi çalışmalar için bir şablon özelliği de arz etmektedir.
