Mevlânâ Vahîdüddin Han

Mevlânâ Vahîdüddin Han
XVI. yüzyıl Osmanlı ulemâsından olan Abdülmecîd b. Şeyh Nasûh et-Tosyevî, başta tefsir olmak üzere çeşitli ilim dallarında çok sayıda eser veren çok yönlü bir şahsiyettir. Tasavvufî bir çevrede yetişen müellif, insanların Kur’ân’ın rehberliğinde dünya ve âhiret saadetini hedeflemiş ve bu amaçla Kur’ân tefsirine yönelik bazı eserler kaleme almıştır. Bu eserler toplumun en çok okuduğu sûre tefsirleri ve bazı konulu tefsirlerinden oluşmaktadır. Bu makâlede Abdülmecîd Efendi’nin hayatı hakkında bilgi verilmiş, çeşitli kütüphanelerde bulunan ellinin üzerinde yazma eserinin tespiti yapılmış ve bulundukları yerler gösterilmiştir.
Klasik sîret kitaplarında ağırlıklı olarak Hz. Peygamber’in (s.a.) bir bütün olarak hayatı, ailesi, ashabı ve dönemi hakkında tarihi bilgiler verilip yer yer onun risaletinin mahiyetine dair bahisler açılır. 18. ve 19. yüzyılda Hıristiyan misyonerliğinin güçlenmesinden ve oryantalistlerin sîret konularına daha fazla eğilmesinden sonra her iki dindeki peygamberlik düşüncesi ve peygamberin kimliği ile ilgili yeni tartışmalar başlamıştır. Bu noktada en büyük değişimin Hint alt kıtasında ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Buna paralel olarak 19. asrın ortalarından itibaren bölgede kaleme alınan sîret kitaplarında kelam, fıkıh ve ahlak konuları da işlenmeye başlamıştır. Şiblî Nu’mânî ve Seyyid Süleyman Nedvî’nin kaleme aldığı Sîretü’n-Nebî adlı kitapta yer alan ulûhiyyet, nübüvvet, ibâdet, ahlak ve yönetim konuları bu tartışmaların ürünüdür.
Kur’ân’ın indigi dönem kendisine özgü şartlar ve imkânlar taşımaktadır. Özellikle Kur’ân-ı Kerim’in büyük bir kısmının (86 sûre) geldiği Mekke yıllan Hz. Peygamber’in (s.a.) ve az sayıdaki ashabının ağır şartlar içerisinde varlık mücadelesi verdikleri bir dönemdir.
Hicret’ten sonra nazil olan ayetlerde müslümanlar ile yahudiler arasında pek çok olayın cereyan ettiği, her iki toplum arasında dini anlayış farklılıklarının baş gösterdiği çok açık bir biçimde gözlenmektedir. Müslümanlar ile yahudiler arasında Medine döneminde ortaya çıkan inanç ve tutum farklılıkları Kur’an-ı Kerim’de yer almış ise de Medine yahudilerinin bu inanç ve tutumlarının Hz. Musa’dan itibaren ortaya konan Yahudilik ile bir paralellik arz edip etmediği önemli bir mesele olarak dillendirilm iştir. Zira özellikle son birkaç asırdır bu konularda araştırma yapan kimseler Medine yahudilerinin inanç ve tutumlarından bazısının genel Yahudilik çizgi sine uymadığını, Kur’an’ın getirmiş olduğu eleştirilerin tüm Yahudiliği bağlamayacağını söylemişlerdir.
Semantik ilmi ve Kur’an semantigi açısından bir dönüm noktası kabul edilen Japon araştırmacısı Toshihiko Izutsu’nun Kur’an’a dair kitapları tüm dünyada ilgi uyandırmış ve bazı İslam ülkelerinde mahalli dillere tercüme edilmiştir.
Hint alt-kıtası olarak adlandırılan geniş coğrafya 1947 yılında Hindistan ve Pakistan olarak iki ayrı devlete bölünmüş, Doğu Pakistan olarak adlandırılan bölge ise 1971 yılında Bengladeş adıyla müstakil bir devlet hüviyetini almıştır. Bu üç devlet, aralarındaki bazı küçük farklara rağmen demografik yapısı itibariyle birbirine büyük ölçüde benzemektedir. Konuya İslâm araştırmaları açısından bakıldığında da üç ülke benzer özellikler göstermektedir.
Müslümanlar İslâm dininin erken dönemlerinde Hint altkıtasına ulaşmışlardır. Bu yıllarda başlayan din eğitimi faaliyetleri önceleri cami merkezli yürütülmüştür. Zamanla medreseler kurulmuş ve bu medreselerde çeşitli programlar geliştirilmiştir. Bunlardan XVIII. yüzyılda hazırlanan Ders-i Nizâmî programı bazı değişikliklerle günümüz medreselerinde hâlen uygulanmaktadır. Bu araştırmada, Hint altkıtası medreselerinde yürütülen din eğitiminin gelişimi tarihsel açıdan incelenirken süreç içerisinde ortaya çıkan yenilikler esas alınarak çeşitli dönemler belirlenmiştir. Konu, bu bağlamda ‘kurumsal altyapı oluşumu’ (711-980), ‘program gelişimi ve kurumsallaşma’ (980-1857), ‘yeniden yapılanma ve ekolleşme’ (1857-1947) olarak isimlendirilen dönemler çerçevesinde ele alınmıştır.
Kur’an’ın indigi dönem kendisine özgü şartlar ve imkanlar taşımaktadır. Özellikle Kur’an-ı Kerim’in büyük bir kısmının (86 süre) geldiği Mekke yıllan Hz. Peygamber’in (s.a.) ve az sayıdaki ashabının ağır şartlar içerisinde varlık mücadelesi verdikleri bir dönemdir. Aynı zamanda yağw-ı bir eğitim dönemi olan bu yıllarda özellikle İslam’ın bayraktarlığını yapacak olan ashabın iman, ahlak, yaşanb ve düşünce itibariyle yetişmesi ve olgunlaşması hedeflenmiş gibidir. Müslümanlar bu yıllarda belli aralıklarla inen Kur’an ayetlerini okuyor, anlamadıklan noktalar üzerinde aralarında mübahase ediyor veya Resülullah’a sorarak ondan gelen açıklamalan belliyorlardı.
Hind alt kıtası, İslâmî ilimlere olan katkısı ve buradaki müslümanların gayri İslâmî unsurlarla birlikte geçirdikleri on dört asırlık tecrübe sebebiyle İslâm dünyasının kendisinden çok şeyler öğrenebileceği önemli bir bölgedir. Burada oluşan köklü ilim geleneği sayesinde pek çok İslâm âlimi yetişmiş ve bunlar ilimleriyle hem kendi insanlarını hem de diğer bölgelerdeki müslümanları aydınlatmışlardır.